Analiz Psikoloji

COVID-19 Sonrası Oluşabilecek Sosyo-Psikolojik Öngörüler ve Alınabilecek Önlemler

Eski Salgın Hastalık Dönemlerini İnceleyerek Birtakım Dersler Çıkarılması Üzerinden COVID-19 Sonrası Oluşabilecek Sosyo-Psikolojik Öngörüler ve Alınabilecek Önlemler

Yazar: Türkiye Akademik ve Bilimsel İş Birliği Projesi (TABİP)

Salgın Hastalıkların Tarihi

İnsanların yerleşik yaşama geçip topluluk halinde yaşamaya başlamasıyla birlikte, insanları bireysel olarak etkileyen hastalıklar salgın haline dönüşme imkânı bulmuş ve böylece kitleleri etkileyerek doğrudan ve dolaylı olarak toplumsal yapıları değiştirmeye sebep olmuşlardır. Zira insanlar, bugün olduğu gibi geçmişte de farkında olmadan hastalıkların salgın halinde dönüşmelerine imkân sağlayacak koşulların oluşmasına neden olmuşlardır. Bu anlamda, şehirleşmenin başlamasıyla birlikte insanlar arasındaki sosyal mesafenin oldukça azaldığı ve çoğu zaman yeterli temizliğin sağlanamadığı yerleşim yerleri kurularak insanlar ekonomik, sosyal veya güvenlik gibi sebeplerden dolayı buralarda yaşamayı tercih etmeye başlamışlardır. Yerleşim yerlerindeki nüfusun artmasıyla birlikte şehirlerdeki insanları besleyebilmek için yeni tarım alanlarına ihtiyaç duyulmuş ve bu nedenle ormanları yok ederek yeni tarım alanları açılmaya başlanmıştır (Hunter, 2007).

İnsanlık tarihinde hem hastalıktan etkilenen insan sayısı hem de hastalık neticesinde toplumsal düzende yaşanan sosyal, kültürel, ekonomik ve yönetsel sonuçlar bakımından dünyayı etkileyen birçok salgın hastalık yaşanmıştır. Bunlar arasında en önemlilerinden biri veba salgınıdır. 1720 yılında yaşanan son salgına kadar birçok veba salgını yaşanmış ve veba salgınları başta Avrupa olmak üzere tüm dünyayı ciddi olarak etkilemiştir. Bu anlamda toplumu etkileyecek nitelikte pandemi haline geldiği ilk veba salgının M.S. 542 yılında Mısır’da başlayan ve ticaret yollarını izleyerek o zamanki Bizans İmparatorluğu’nun başkenti Konstantinopolis (İstanbul) üzerinden İrlanda’ya kadar yayılan veba salgını olduğu kabul edilmektedir. Bu veba salgını sırasında Avrupa’daki şehirlerin henüz küçük kasabalar şeklinde olması ve insanların dağınık yaşaması sebebiyle bunların çok fazla etkilenmediği, ancak bir metropol olan Konstantinopolis’te günde 5-10 bin kişinin hayatını kaybettiği belirtilmektedir (Eren, 1996). Bu pandemi niteliğindeki veba salgınından sonra birçok defa veba salgını yaşanmış olmakla beraber, yaklaşık 600 yıl sonra dünya tarihini etkileyecek olan Kara Veba salgınına kadar başka bir salgın yaşanmamıştır.

Orta çağ sırasında dünyada yazlar daha uzun ve sıcak, kışlar ise daha kısa ve soğuk geçiyordu. Bu nedenle köylüler daha çok ürün yetiştirmeye başlamışlar ve insan nüfusunda hızlı bir artış gerçekleşmiştir. Buna karşın, M.S. 700 yılında Avrupa’da yaklaşık 25 milyon iyi derecede beslenen insan yaşarken, 1250 yılında bu sayı yeterli derecede beslenemeyen 75 milyon insana çıkmıştır. Aşırı nüfus artışı sebebiyle şehirlerde yeterli derece hijyen sağlanamadığı gibi, insanlar çeşitli sosyal veya dini sebeplerden dolayı kirliliği bir erdem veya kutsallık biçimi olarak kabul ediyorlardı. Bu anlamda, bazı kilise çevreleri İsa’nın kanında bir kez yıkanmış olanların bir daha yıkanmasına gerek olmadığını söylerken, zaten temiz suya ulaşmakta güçlük çeken halk çok seyrek olarak yıkanıyor ve aşırı nüfus sebebiyle çoğu zaman hayvanlarla bir arada yaşıyorlardı (Nikiforuk, 1991).

Aşırı nüfus artışı sebebiyle yeni tarım alanları yaratabilmek için ormanların istila edilmesi ise ekolojik dengeyi altüst ederek hayvanların insanların yaşam alanlarına girmesine ve insanların hastalık taşıyan unsurlarla temasının sıklaşmasına neden olmuştur. Bununla beraber, dönemin ekonomik hayatının ticarete dayalı olduğu ve artan nüfus ile gelişen teknolojik koşullarla birlikte toplumlar arasındaki ticari ilişkinin artmasıyla beraber ticari değeri olması sebebiyle yanlarında canlı hayvanlar da bulunan tacirlerin dünya üzerindeki hareketliliği artmıştır.

Tüm bu unsurlar dikkate alındığında bir salgın hastalığın ortaya çıkması ve yayılması için uygun koşullar oluşmuştur. Yaşam alanlarının daralması sebebiyle
insanların yaşam alanlarına giren farelere özgü Yersinia Pestis bakterisinin pireler aracılığıyla insanlara bulaşmasıyla vebanın başladığı tahmin edilmektedir.
Bu anlamda, “Kara Veba” olarak da bilinen veba salgınının ilk olarak Çin’de çıktığı ve oradan İpek Yolu’nu izleyerek Cenevizli tacirlerle birlikte Avrupa’ya
geldiği değerlendirilmektedir (Wheelis, 2002). Bu anlamda, kentlerin düzensizliği, yeterli hijyenin sağlanamaması, çoğalan ticaretle birlikte insanların
etkileşimlerinin artması gibi etkenler dikkate alındığında hastalık tüm dünyada hızla yayılmış ve hastalık sebebiyle Avrupa nüfusunun %30 ila %60’ının öldüğü,
dünya nüfusunun ise 475 milyondan 350 milyona indiği tahmin edilmektedir. Avrupa’nın nüfusunun eski hale gelebilmesi 200 yılı almıştır (Haensch, 2010).

Vebanın ölümcül sonuçları sadece bireysel anlamda yarattığı ağır tahribatla sınırlı kalmamış ve toplum hayatında sosyal, ekonomik, siyasi ve kültürel
anlamda birçok derin etki bırakmıştır. Nüfusun azalmasıyla birlikte dönemin yaygın sistemi olan feodalitenin sarsılmasına sebep olmuştur. Zira azalan nüfusla
birlikte emek kıtlığı ortaya çıkmış ve korkuya kapılan toprak sahiplerine karşı köylüler daha iyi çalışma şartları için seslerini yükseltmeye başlamışlardır. Ayrıca
Avrupa’da Rönesans ve Reform hareketini tetiklediği değerlendirilmektedir (Özden ve diğerleri, 2014). 1918 Grip Pandemisi, yaygın bilinen adıyla İspanyol gribi, Ocak 1918 tarihinden Aralık 1920 tarihine kadar dünyayı etkileyen bir diğer salgındır. İspanyol gribi sebebiyle 500 milyon insanın, yani dünya nüfusunun üçte birinin, etkilendiği ve en az 17 ila 50 milyon insanın öldüğü tahmin edilmektedir. İspanyol gribinin domuz ve kümes hayvanlarından insana geçtiği ve Birinci Dünya Savaşı sebebiyle kitle halindeki insan hareketlerinin mevcudiyeti sebebiyle kısa zamanda tüm dünyaya yayılarak ölümcül hale geldiği değerlendirilmektedir. İspanyol gribinin uzun vadeli toplumsal etkileri incelendiğinde, salgının insanların eğitime ara vermesine sebep olduğu ve bunun da hem mikro hem de makro düzeyde ekonomik sonuçlar doğurduğu belirtilmiştir. İnsanların yeterli eğitim alamaması sebebiyle hem sosyo-kültürel düzeyde düşüş gözlemlenmiş, hem de yeterli eğitim alamayan insanların gelir düzeyi düşerek devletlerin gelir aktarımı yoluyla insanlara yardım ettiği ve bunun da zaten salgın nedeniyle zayıflayan ülke ekonomilerine ayrıca yük getirdiği değerlendirilmiştir (Starko, 2010).

Geçmişte yaşanan salgınlar incelendiğinde, ortaya çıkış yolu, yayılması ve sonuçları arasında paralellik bulunduğu görülmektedir. Günümüzde ilk olarak Aralık 2019 tarihinde Çin’in Wuhan kentinde ortaya çıkan yeni tip koronavirüs Covid-19 salgının, tıpkı diğer salgınlarda olduğu gibi hayvanlardan insana geçtiği belirlenmiştir (Huang, 2020). Bununla birlikte, yine daha önceki salgınlarda olduğu gibi, teknolojinin gelişmesiyle birlikte geçmişe nazaran çok daha kolay hale gelen ve sayıca çok daha fazla olan insan hareketliliği sayesinde tüm dünyaya hızla yayılmıştır. Salgın nedeniyle birçok ülke eğitime ara vermiş, işyerleri başta olmak üzere insanların toplu olarak bulunduğu mekanlar kapatılmıştır. Bu anlamda, yeni tip koronavirüs COVID-19 salgınının tüm insanlığa yönelik kısa, orta ve uzun vadede değişik sosyopsikolojik etkilerinin olması kaçınılmazdır ve insanlığı geçmiş dönemlerde yaşadığı pandemi tecrübeleri dikkate alınarak bu etkilere yönelik önlemlerin alınması gerekmektedir.

COVID-19’un Sağlık Çalışanları Üzerindeki Psikososyal Etkileri

Dünyanın başından geçen ağır ve travmatik bu dönemde, virüsün etkisiyle milyonlarca hayat önemli ölçüde değişti. Küresel, çok seviyeli ve zorlu bir stresle başa çıkma süreci devam ediyor. Bu süreç ile birlikte onlarca uluslararası çalışmadan öğrenilen, bireylerin kendilerini korumasının sağlanması (sosyal mesafe, el hijyeni, maske kullanımı vb. gibi), önleyici sağlık hizmetlerinin ile birlikte tıbbi donanım ve eylemin önemi oldukça fazla olduğudur. Bunların yanı sıra bugün dünyayı bu virüsten hiç kuşkusuz daha fazla etkileyen başka bir problem kapıda beklemektedir. O da psikolojik açıdan büyük çoğunlukta insanın alınan önlemler, bilim dışı söylemler ve yahut yaratılmış olan kaotik ortam neticesinde etkilenmekte olmasıdır. Bu konuda yapılan bir çalışmada (Da Silva, Miranda, Teles, Malloy-Diniz, Diaz, Palha, 2020) tıpkı klinik semptomların bozulması gibi zihinsel bozuklukların yaşanması da zaten aşırı yüklenmiş bir sağlık sistemi üzerinde olumsuz bir etkiye sahip olabileceğinden ve akıl hastalığının biyolojik ve sosyal faktörler arasındaki etkileşimleri içerdiği yaygın olarak bilindiğinden ve sosyal faktörlerin genellikle yoğunluğu ve içeriği öznel bir şekilde algılanan stres faktörleri olduğunun altı çizilmektedir.

 

Pandemi döneminde sağlık çalışanlarının yaşadığı sorunlar

Son yüzyılın en büyük salgın hastalığı olarak değerlendirilen COVID-19, yapılan çalışmada (Brook ve diğlerleri, 2020) insanlar üzerinde pandemi sırasında ve sonrasında psikosomatik etki yaratacağı öngörülmektedir. Özellikle bu sürecin baş kahramanları olan ve virüs ile ön saflarda mücadele eden sağlık çalışanları için Occupational Safety and Health Administration (2020) tarafından COVID-19 enfeksiyonu riski açısından çok yüksek ve yüksek risk grubunda olarak değerlendirilmektedir. Tüm dünyada adeta savaş içindeymiş gibi izinsiz, ailelerini göremeden, çoğu kez dinlenemeden, birçok yerde eksik malzeme ile bu süreci yürütmeye çalışmaktadırlar. Yapılan bir diğer çalışmaya göre (Da Silva ve diğerleri, 2020) İnsanüstü bir şekilde çalıştıkları ve ne zamana kadar böyle çalışacakları bilinmediğinden onların yaşadığı mental ağırlık oldukça fazla olduğu öngörülmektedir. Yine aynı makalede geçen diğer bir açıklamada ise bunun en temel sebebi sağlık sistemlerinin güçlü olmaması, böyle bir yoğunlukta insan üstü performans gösterimi uzun süreli olamayacağından bahsedilmektedir. Devamlı hasta kaybı yaşamak çalışanları de motive ettiği gibi doğru bilgilendirilmemek, yüksek performansta uzun süre çalışmasını beklemek gibi durumların onların kaygı ve korku seviyelerini arttırmakta olduğunu yapılan çalışmalar ve geçmiş deneyimler göstermektedir.

Dünya Sağlık Örgütü’nün (2020, 18 Mart) yayınladığı açıklamalarda ise ilk adım sağlık hizmeti verenden, yoğun bakımında ilgilenen hemşireye kadar birçok sağlık çalışanı ve aileleri risk altındadır. Dünyada sağlık çalışanlarının her geçen gün enfekte olmaya devam etmektedir. İtalya’da COVID-19 salgınında, 2629 sağlık çalışanının enfekte olduğu (“Five More Italian”, 2020) ve bunun tüm toplumdaki enfeksiyonlulara oranının %8,3 olduğu gözlenmiştir. Ülkelerin deneyimlerimden elde edilen bilgiler ışığında sağlık çalışanlarının enfekte olma olasılığı, evlerinden izole yaşam süren insanlara göre oldukça fazladır. Ayrıca yetersiz test sayısı, tedavinin sınırlı seçeneklerden oluşması, yetersiz tıbbi malzemeler, artmış iş yükleri stres yaratmaktadır. Bunun ile birlikte aylardır ailelerini görememeleri ya da kısıtlı olmalarının da eklendiği düşünüldüğünde yaşadıkları mental baskı artmaktadır. Ülkeler bu hususta gerekli düzenlemeleri yapmalı ve sağlık hizmeti sunan bireylerin ihtiyaç duydukları psikososyal desteği sunmak için mekanizmalar oluşturarak üzerlerinde oluşan baskı ve stresi azaltmayı sağlamaya çalışmalıdır.

Süreç yönetimi esnasında sağlık sistemleri ile ilgili iyi örnek
uygulamaları

COVID-19 virüsü birkaç ülke (Taiwan, Almanya, Türkiye gibi) örneği dışında birçok ülkeyi hazırlıksız yakalamıştır. Özellikle ekonomik anlamda oldukça fazla yük getiren salgın, bilhassa sağlık sitemlerini adeta sıkıştırmıştır. Şu anda normal sağlık hizmeti sunan birçok sağlık kuruluşu zorunlu ve acil ihtiyaçtan dolayı pandemi hastanesine dönüştürülmüştür. Dolayısıyla sağlık personelleri de salgın hastalık konusunda bilinçsiz ve hazırlıksız kalmışlardır. Çoğu hastanede epidemiyolog, virolog gibi salgın ile ilgili tıp alanı bulunmamakla birlikte birçok ülkenin halk sağlığı ile ilgili stratejilerin uygun ve yeterli olmadığını bu salgın ortaya çıkarmıştır. Bu süreç aynı zamanda bazı ülkelerin aldığı kararlar ve uygulamalarının doğruluğunu da ispatlayan göstergeleri sunmuştur. Özellikle Taiwan’ın Çin’e oldukça yakın olmasına rağmen virüse karşı geliştirdiği teknik ve düzenli doğru bilgi iletimi sayesinde başarılı bir seyir izlediği dünyada konuşulmaktadır. Yapılan habere göre (Lima, 2020) Virüsün Çin’de baş göstermesinin hemen ardından Taiwan’da hummalı bir çalışma başlatılmış, halk devamlı süreç hakkında bilgilendirilmiş, sağlık çalışanları doğru bilgiler ile donatılmış ve bir ağızdan pandemi yönetimi sağlanmıştır. Türkiye’ de geçtiğimiz yıl salgın hastalıklara karşı hazırlıklı olunması için bir genelge yayınlamış (Resmi Gazete, 2019), tüm hastanelere bilgi verilmiş, hastanelerde pandemi kurulları kurulması sağlanmıştır. Ayrıca bir başka habere göre (“Türkiye’nin Koronavirüs İle”, 2020) T.C. Sağlık Bakanlığı tarafından bilim kurulunun oluşturulması oldukça hayati önlemler alınması ve bilim ışığında hareket edilmesinin halk nezdinde de güven teşkil ettiği düşünülmektedir. Aynı zamanda Türkiye hastane yatak sayısı, tıbbi malzeme stoğu gibi teknik donanıma da sahip olması, yüksek nüfusuna rağmen iyi durumda olduğunu gösteren diğer göstergeler olarak tanımlanmaktadır. Sahip olunan güçlü sağlık sistemleri sayesinde sağlık çalışanları kendilerini güvende hissedebilmektedir. Birebir mücadele içinde olan kurumlar değil kişiler olduğu düşünüldüğünde bu mücadelede ön saflarda yer alan sağlık çalışanları için tıbbi desteğin yanı sıra oldukça önemli olan psikolojik destek verilmedir. Bunun nedeni ise çalışmada (Brook, Webster, Smith, 2020) şu şekilde ifade edilmiştir: Kendi sağlığı için endişe eden bir kamu çalışanını rahatlatmak diğer bir nedeni ise onun ilgilendiği enfekte hastaya moral ve destek vermesini sağlamaktır. COVID-19 bireysel ve kolektif sağlık yanı sıra duygusal ve sosyal işlevsellik için tahmin edilenin üstünde etkileri vardır. Tıbbi bakım sağlanmasının dışında hali hazırda tüm yükü sırtlanmış sağlık hizmeti sağlayıcılarının mental ihtiyaçlarını takip etme ve bununla birlikte genel salgın sağlık hizmetlerine entegre edilmesi gereken kamu faaliyetlerine psikososyal destek sağlamasının eklenmesi oldukça önemlidir.

Öneriler

Sonuç olarak COVID-19 salgını ilk değildi öyle gözüküyor ki son da olmayacaktır. Özellikle toplumun bazı kesimleri ile birlikte sağlık çalışanlarının da salgın hususunda eğitim almasının yanı sıra psikolojik anlamda da desteklenmesi gerekliliği dünyanın edindiği geçmiş deneyimlerden ve bu içinde olduğumuz süreçten çıkarılması gereken önemli sonuçlardan biridir. Sağlık çalışanlarına pandemi eğitimine entegre psikososyal destek verilmesi ve bunun bir planlama eşliğinde ilk adım sağlık çalışanından diğer tüm basamaklarda hizmet sağlayan çalışanlara kadar sağlanması gerekmektedir. Verilecek bu destek ile birlikte tüm sağlık çalışanları, toplulukların akıl sağlığı ve acil durum yönetimi, afet akıl sağlığı, akıl sağlığı triyajı ve sevk, ölüm bildirimi ve yas bakımı ile ilgili kanıta dayalı kaynakları tanımlamak, geliştirmek ve yaymak için birlikte çalışmalıdır. En üst sağlık sisteminin sorumlu kurumundan, ilk adım hizmet veren tüm birimlere kadar doğru bilginin net bir şekilde paylaşılması, çalışanların güvenini artıran kendini daha iyi hissetmesini sağlayan en önemli faktör olduğu göz önünde bulundurulmalıdır. COVID-19 ile ilgili yaşanan birçok olumsuzluğun temelinde hazırlıksız yakalanan bir sağlık sistemi olduğu görülmektedir. Bu bağlamda sağlık çalışanlarının ruh sağlığının korunması, tüm sistemin ayakta kalmasını sağlamaktadır.

COVID-19’un Yaşlılar ve Çocuklar Üzerindeki Psikososyal Etkileri

Okulların kapanması ile çocukları bekleyen tehlike

COVID-19 salgını çocukları evde ve okul dışında tutuyor. Bu süreçte çocuklar ve gençler, zamanlarının çoğunu internet ortamında geçiriyorlar ve bu durum ciddi tehlikelerle karşı karşıya kalmalarına sebep olabilir. UNICEF (2020) ebeveynlere ve özellikle istismar tehlikesi altında bulunan çocuklara ve gençlere yardımcı olmak için gençlerin çevrimiçi ortamda kendilerini korumaları ve ebeveynlerin çocuklarını güvende tutmaları hakkında öneriler getiren bir rapor yayınlayarak bu konuya dikkat çekti.

UNESCO’nun (2020, 8 Nisan) tahminlerine göre, dünya genelinde 190 ülkede 1,5 milyardan fazla öğrenci yani dünyadaki öğrencilerin%90’ından fazlası okulların kapalı olması nedeniyle evlerinden çıkamıyor. Çocuklar ve gençler bu süreçte çevrimiçi olarak ders alıyor ve çevrimiçi sosyalleşiyor. Bu durum da COVID-19 pandemisinden faydalanarak çocukları çevrimiçi ortamlarda cinsel sömürüye ve diğer tehlikelere maruz bırakan kişilerin ortaya çıkmasına neden oluyor. Bunun yanında yüz yüze iletişim eksikliği çocukları potansiyel olarak zararlı ve şiddet barındıran içeriğe ve siber zorbalık riskine maruz bırakabiliyor.

Bu süreçte ailelere nasıl bir rol düşüyor?

Dünyanın her yerinde COVID-19 sebebi ile yaşanan ekonomik, eğitimsel, psikolojik ve diğer sıkıntılar ailelerin ve çocukların psikolojilerini oldukça etkiliyor. Dünyada, sosyo-ekonomik dengesizlik ve kötü giden ekonomiler sebebiyle hane halklarının bakımını yapmak ve bunu sürdürmek konusunda zorluk çeken ve bunun stresini yaşayan aileler, çocukların internette geçirdiği zamanları kontrol edemez hale geliyor ve yaşanan bu tehlikelerin farkına varamayabiliyorlar. Bunun yanında ailelerin internet konusundaki teknik bilgi yetersizliği de çocukların kontrol edilmesinde önemli bir zorluk olabiliyor. ABD Hastalıkları Kontrol Etme ve Önleme Merkezleri’nin (“Creating Positive Childhood”, 2020) verilerine göre, her yedi çocuktan birisi mutlaka farklı yollarla istismara uğruyor ve bunun yanında sosyoekonomik durumu düşük ailelerde çocuklar için çocuk istismarı ve ihmali oranları 5 kat daha fazla olabiliyor.

Yine bu merkezlerin raporuna göre çocukluk çağında şiddete maruz kalmak gelecekteki şiddet mağduriyeti ve sürdürme, madde kötüye kullanımı, kronik sağlık koşulları, daha düşük eğitim düzeyi ve sınırlı istihdam olanakları risklerini arttırıyor. Sonuç olarak COVID-19 salgınından dolayı kapanan okullar, sosyalleşememenin yaratmış olduğu travmalar, çocukların ve gençlerin fazlaca vakit geçirdikleri internet ortamlarında tehlike altında olmasına sebep oluyor. Bununa beraber bu durum, çocukların önümüzdeki zamanlarda siber suçlara olan eğilimini artıracak gibi görünüyor. Dünyada gelir adaletsizliğinin, gıdaya ve suya erişim sıkıntılarının, sağlık imkânlarına ulaşmaktaki yetersizliklerin yaratacağı psikososyal bozukluklar pandeminin yarattığı etkilerle birleştiğinde uzun vadede çok daha kötü sonuçlara yol açacak gibi görünüyor.

Düşük gelir seviyesi ve imkânlara erişememenin getirdiği psikolojik zorluklar

Çocukların ve gençlerin internet ortamında gezinirken nasıl tehlikelere maruz kaldığından bahsederken, gelir seviyesi ve diğer bazı engellerden dolayı dijital kaynaklara hiç erişemeyen çocukları da göz ardı edemeyiz. Koronavirüs, bugüne kadar gözümüzün önünde olup da görülmeyen, üzerine haberler yapılmayan durumların fark edilmesini sağlıyor bu süreçte. Bu kriz, eğitimsel eşitsizliği artırdığından düşük gelirli öğrencileri daha zengin akranlarından daha büyük bir dezavantaja sokuyor. Yapılan çalışmalar gösteriyor ki (McCombs ve diğerleri, 2020) düşük gelirli ailelerin çocukları bu süreç bittiğinde yaz okulu veya farklı aktivitelerle bu açığı kapatamayacak. Düşük gelir seviyesinin getirmiş olduğu bu eğitimsel eşitsizlik, uzun vadede çocukların psikolojilerine ve ruh sağlıklarına ağır hasar vererek dünyada eğitime, adalete, bilime ve bilgiye inanmayıp suça meyil eden milyonlarca çocuk yetişmesine neden olabilir.

Salgın sürecinde ileri yaşlı insanların psikolojik sağlık durumu

Bilindiği üzere koronavirüs yetişkinlere bulaştığında, hastalığı geçiren kişilerde yarattığı tehdit diğer yaştaki insanlara göre daha ciddi oluyor. Bu yaş grubunun virüse karşı daha savunmasız olması göz önünde bulundurulduğunda bu nüfusun diğer güvenlik önlemlerinin yanı sıra sosyal mesafeyi uygulaması da özellikle önemli hale geliyor. Bu önlemler ise pandemiye bağlı genel belirsizlik ve korku duygularına ek olarak, yetişkinlerin bakıcılarıyla ve sevdikleriyle etkileşimlerini sınırlıyor. Bu sınırlama da birçok psikolojik sorunu beraberinde getiriyor.

Şüphesiz ki uygulanan sosyal izolasyonun ve diğer tedbirlerin yaşlıların ruh sağlığı üzerinde yalnızlık, depresyon ve anksiyete gibi çok çeşitli psikolojik etkileri olabiliyor ve yaşam kalitesi üzerinde olumsuz etkiler yaratabiliyor. Birleşik Krallıkta “Ruh Sağlığı Vakfı” tarafından yayınlanan bir araştırma (“Almost a Quarter”, 2020) bize tüm İngiliz yetişkinlerin yaklaşık dörtte birinin (%24) koronavirüs nedeniyle yalnız hissettiğini gösteriyor ve bu sebeple uzun süreli zihinsel sağlık koşulları hakkındaki endişeleri düşünmeden edemiyoruz.

Yine yaşlılar üzerinde sosyal izolasyonun yalnızlık ve diğer psikolojik sorunlarla ilişkisi hakkında yapılmış araştırma (Schrempft, S., Jackowska, M., Hamer, M., Steptoe, A., 2019) neticesinde elde edilen bulgularda, yaşlı erkeklerde ve kadınlarda sosyal izolasyon sonucunda günlük fiziksel aktivitenin azalması ve daha fazla hareketsiz zaman geçirmek ile psikolojik sorunların bağlantılı olduğunu göstermektedir.

Bunun yanında, konuyla ilgili geçmiş dönemde yapılan araştırmalar, (Kirzinger, Kearney, Hamel, Brodie, 2020) yaşlıların yalnızlık ve ileri yaş gibi etkenlerden dolayı zaten zihinsel sağlıkta bozulma riskiyle çok kolay karşılaşabildiğini gösteriyor.

Hal böyleyken, yukarıda bahsettiğimiz özellikle yaşlılarda tecrübe edilen bu psikolojik ve ruhsal bozuklukların, bu kişiler üzerinde çok farklı şekillerde olumsuz sonuçlara yol açması muhtemel. Stres ve diğer psikolojik rahatsızlıklar birçok farklı hastalığa sebep olup yeni hastalıkları tetikleyebiliyorken, intihar, suç işleme ve toplumun huzurunu bozma gibi istenmeyen davranışlara da yol açabiliyor.

Neler Yapılmalı?

Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO, 2020) yayınladığı bildiriye göre karantina sürecinde özellikle bilişsel gerileme yaşayan yetişkinler daha endişeli, öfkeli, stresli, tedirgin olabiliyorlar. Bu kişiler için aile bireyleri ve uzmanlar tarafından sağlanacak duygusal destek bu süreçte büyük önem arz ediyor. Bu yaş grubunda olan insanlarla neler olduğu hakkında basit gerçekleri paylaşmak ve bilişsel enfeksiyon riskinin nasıl azaltılacağı hakkında net bilgiler paylaşmak çok önemli. Bu noktada, çeşitli medya kanalları aracılığıyla süregelen bilgi kirliliği, insan psikolojisi üzerinde ciddi etkiler yaratabiliyor. Virüsün yayılmaya başladığı süreçte bu virüsün sadece yaşlılara bulaştığı şeklinde yaratılan algıların, bu yaş grubundaki insanların psikolojik sağlığını olumsuz yönde etkilediği aşikâr. Bu sebeple, doğru bilgi kaynaklarının takip edilmesi ve net bilgilerle manipülasyonlara inanılması özellikle yetişkinlerin ruhsal sağlığı için önemli bir etken

Leave a Comment