Röportaj: Deniz Renkveren, .tr dergisi
Dünyanın son dönemdeki en büyük sınavlarından biri olan korona pandemisi küresel çapta tüm sistemleri sorgulatıyor. Irkçılıktan terörizme, iklim değişikliğinden işsizliğe geçmişten miras alınan birçok alandaki sorunlara daha net cevaplar aranacağını belirten Prof. Dr. Ahmet Sedat Aybar, “Toplumsal savunma ağlarını, serbestleşme ve kuralsızlaşma kapsamında devre dışı bırakan gelişmekte olan ülkelerde salgının etkisi daha ağır oluyor. Yoksul ülkeler için iktisadi daralmanın yükü çok daha ağır olacaktır.” diyor.
KOVİD-19 pandemisi dünyanın nesiller boyunca görmediği büyüklükte bir salgın. Salgının küresel çaptaki ekonomik ve politik etkilerini göz önüne aldığımızda bunun bilinen dünya tarihinde bu zamana kadar görülen en kozmopolit salgın olduğu söylenebilir.
Bu salgın tek tek ülkelerin başta sağlık sistemleri olmak üzere kurumsal yapılarını gözden geçirmelerini gerektirdi. KOVİD-19 salgını, aynı zamanda ekonomi ile yönetim ilişkisinin hangi öncelikler üzerinden belirleneceği tartışmasını da gündeme taşıdı. Zira salgın nedeniyle, hayatların kurtarılmasını önceleyen yaklaşımlara ağırlık verildi, ekonomik değişkenler üzerinden yürütülecek etkin yönetim uygulamaları ise ikinci plana atıldı. Çok güçlü ekonomilere sahip olanların da aralarında olduğu bazı ülkeler, başta sağlık sektörü olmak üzere birçok alanda zor duruma düştü. Salgının getirdiği kriz ortamında, küresel ekonomi ciddi bir daralma girdabına girdi. Küresel ekonomideki büyüme tahminleri olumsuz olmaya başladı. Bu salgından en büyük darbeyi alan sektörler otomotiv, havayolu taşımacılığı, enerji ve temel malzeme endüstrileri ile hizmet sektörü oldu. Uluslararası İlişkilerde ABD ve Çin gibi büyük güçlerin küresel düzlemdeki çekişmelerinin rotası, kriz sırasında dayanışma örneği sergilemeyen AB’nin geleceği sorgulanmaya başladı. Petrol fiyatlarındaki düşüş sonrasında çatışma bölgelerindeki gerginlik azaldı ve mevcut koalisyonların durumunun ne olacağı merak ediliyor.
İstanbul Aydın Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Ekonomi ve Finans Bölüm Başkanı Prof. Dr. Ahmet Sedat Aybar, bu yeni dönemde dünyanın geçmişten devraldığı birçok sorunu sorgulamaya başlayacağını söylüyor. Prof. Dr. Aybar, yaptığımız röportajda ırkçılık, terörizm, güvenlik, bozuk gelir dağılımı, işsizlik, iş güvenliği tehdidi, küresel ısınma, iklim değişikliği, çölleşme ve çevre kirliliği gibi devam eden sorunlara artık daha net cevaplar aranacağını belirtiyor. Röportajda küresel ekonomi konusunda öngörülerde bulunan Aybar, uluslararası ilişkilerin geleceği ve korona pandemisi sırasında kriz yönetmekte başarılı olan ve zor durumdaki ülkelere yardım eli uzatan Türkiye’nin bölgesel bir güç olarak son dönemde izlediği politikaları yorumladı.
Korona sonrası dönemde yaşanacak en büyük sorunlar ne olacak? Krizin negatif etkileri neler olacak?
Talep şoku şeklinde ilk iktisadi etkisi ortaya çıkan salgının yavaş yavaş sağlık alanındaki çabalarla devre dışı kalması, üretim zincirlerinin tekrar harekete geçirilmesini zorunlu kılacak. Bazı ülkeler ise sağlık alanında bir şeyler yapmak için fazla güçleri kalmadığı gerekçesiyle ekonomilerini canlandırmaya başladılar. Ancak salgın nedeniyle darbe yemiş ekonomilerin tekrar harekete geçirilmesi gerçek anlamda zorluklarla karşılaşmaktadır. Özellikle emtia ve petrol fiyatlarının aşağı yönlü hareketi üretim zincirlerinin harekete geçirilmesinin en önemli meydan okuması olacak. Çünkü tamamen durdurulmuş, dondurulmuş üretim bandını tekrar faaliyete sokmak, küresel iş bölümü yeniden tanımlanmadan çok güç. Arz cephesinin canlandırılması talep çekişli olmak zorunda. Farklı ülkelerin iktisadi yapılarının yeniden kurgulandığı bir ortamda geçmiş dönem ilişkilerinin yeni dönemde devam ettirilip ettirilemeyeceği ve talebin durumunun ne olacağı belirsizliğini koruyor. Bu, küresel kaynak dağılımı ve iş bölümünün yeniden tanımlanmasını getirecek. Burada talep cephesini çok fazla hırpalamadan koruyabilmiş ülkeler, ücretler, tüketim ve yatırımları desteklemeye önem vermiş ülkeler salgın sonrasında daha avantajlı bir durumda olacak.
KÜRESEL YOKSULLUK YÜZDE 50 ARTABİLİR
Korona pandemisi sırasında dünya genelinde ekonomik sıkıntı baş gösterdi. Daha önceki ekonomik sorunları düşündüğümüzde post-korona döneminde ne gibi sorunlar yaşanacağını öngörüyorsunuz?
Salgının etkilerinin ağır olduğu gelişmekte olan ülkelerde toplumsal savunma ağlarını serbestleşme ve kuralsızlaşma kapsamında devre dışı bıraktıkları görülüyor. Özelleştirmelerle sağlık sisteminin devre dışı bırakılmasının neden olduğu kapasite kaybı, iktisadi gerilemeye neden oluyor ve bu durum devletler hiyerarşisinin gelecekteki değişimini belirleyecek çok önemli unsurlardan birini oluşturuyor.
Dünya Ticaret Örgütünün (DTÖ) ve Uluslararası Para Fonunun (IMF) açıklamaları ve diğer öngörüler dünyayı bekleyen ekonomik krizin 20. yüzyılda yaşanan krizlere göre daha derin olacağını gösteriyor. DTÖ’nün tahminlerine göre küresel ticaret yüzde 32 daralabilir. IMF küresel ölçekte %1 civarında iktisadi daralma yaşayabilir ve işsizlik ortalama % 24’e çıkabilir. Yoksul ülkeler için iktisadi daralmanın yükü çok daha ağır olacaktır.
Küresel ölçekte salgın yüzünden % 35’lere varan bir iktisadi daralma öngörülüyor. Kriz nedeniyle dünya genelinde kapanan iş yeri sayısı bir hayli yüksek. Acil yardım için 1 trilyon dolar ayırdığını ilan eden IMF’ye şu ana kadar 90 civarında ülke başvurdu. Küresel ölçekte hükümetlerin açıkladıkları teşvik paketlerinin toplamı ise 8 trilyon doları aştı. Dünyada çalışan üç milyardan fazla işgücünün dörtte üçünün sosyal güvencesi bulunmuyor. İşsizlik, yoksulluk, iş güvenliğinin olmaması ve göçmen işçiler gibi hususlar sosyal güvenlik ağlarının olmaması yüzünden çok ciddi sıkıntılar çıkartacak. Pandemi, zengin ve yoksul ülkeleri aynı şekilde etkilemeyecek. Afrika özelinde örnek verirsek, emtia fiyatlarının gerilemesinin Afrika kıtasının gelirini azalttığını görüyoruz. Afrika kıtası salgından en az etkilenen bölge olmasına rağmen, krizden ekonomik olarak en olumsuz etkilenen coğrafya oldu. Küresel pandemi nedeniyle dünya genelinde yoksulluğun yüzde 50 artması öngörülüyor. Tüm bunlar arz zincirlerinin talep çekişli canlanacağı gerçeği göz önünde bulundurularak değerlendirildiğinde, yoksulluğun kol gezdiği ve toplumsal güvenlik ağları yok edilmiş ülkelerin küresel rekabete katılmalarının gecikeceğini ve kaybedenler grubunu oluşturacaklarını ortaya çıkarıyor.
Türkiye sağlık sistemiyle koronayla mücadele döneminde tüm dünyaya örnek oldu. Korona pandemisi nedeniyle ülkeler ulusal sağlık sistemlerini sorguluyor. Sizce bu sistemden sonra dünya genelinde sağlık sistemlerinde değişimler olacak mı?
Küresel sağlık sistemlerinin Dünya Sağlık Örgütü önderliğindeki koordinasyonu, pandemi ile mücadelede güçlü devletlerin kendi özgün koşullarına uygun olarak izledikleri farklı uygulamalar nedeniyle başarısız kaldı. Bu yüzden salgın sonrasında küresel sağlık sistemi, ülkelerin birbirleriyle uyumlu, şeffaf ve katılımcı bir düzenlemeye gidilmesini kaçınılmaz kılıyor. Türkiye bu anlamda, kendi sistemini ve kendi algoritmalarını kullanarak var olan önermelerden farklı uygulamalarla salgını karşıladı. Sağlık sistemi ve toplumsal uyarıların devreye girmesi, filyasyon yöntemi sayesinde başarılı sonuçlar aldı. Türkiye’deki sağlık sisteminin sosyal refah devleti merkezinde kurgulanmış olmasının getirdiği avantajlar daha da açığa çıktı. Sağlık sistemlerini özelleştirmiş, refah devleti kurgusu dışına taşımış İtalya, İspanya, Fransa ve İngiltere gibi ülkelerin karşılaştığı can kaybı ciddi miktarda fazla oldu. Sağlık sistemi tam anlamıyla özel olan ABD’nin karşılaştığı vaka sayısı ve ölüm oranları bu anlamda önemli bir örnektir. Sağlık sistemini daha çok kamu hizmetinde bırakmış bir dizi ülke, salgınla mücadelede başarılı sonuçlar elde etti. Ancak salgın dönemi sadece sağlık merkezli mücadele üzerinden anlaşılamaz. Buna ek olarak devreye giren maske, vantilatör ve koruyucu giysi gibi ürünlerin üretiminin başlaması, var olan kapasitenin esnek uygulama ile devreye girmesi Türkiye’yi diğer ülkelerden ayrıştırdı. Salgınla mücadelede aralarında Türkiye’nin de olduğu başarılı örneklerin incelenmesine başlandığı görülüyor. Bu çerçevede Türkiye 55’ten fazla ülkeye yardım ve sağlık malzemesi sağladı. Gelecek dönemde sağlık konusunun, herkese sağlık hizmetlerinin ulaştırılacağı tarzda dönüşüm geçirmesi beklenebilir.
DÜNYA ÖNCEKİNDEN KESİNLİKLE FARKLI OLACAK
KOVİD-19’un yeni bir çağ açacağını söyleyebilir miyiz? Öyleyse, hangi bağlamlarda?
KOVİD-19 sonrası dünya daha öncekinden kesinlikle farklı olacak. Özellikle bugüne kadar alışılmış iş akışları salgın sonrasında farklılaşacak. Dijital eğitim sistemlerinde olduğu gibi günlük iş akışında seyahat, mekân ve organizasyon güçlükleri yüzünden zaman ve iş kaybına neden olan toplantı, seminer ve konferans gibi faaliyetler dijital sistemler üzerine taşınacak. Dijital teknolojinin, sanal zekânın ve robotiklerin kullanıldığı üretim yapısı sayesinde hayatımıza giren tüketim alışkanlıkları, çevreye dostane olan bir zinciri harekete geçirecek. Teknoloji ve iletişim bağlarının çok daha yaygın olarak kullanıldığı iş ve yaratıcılık süreçleri günlük hayatımızı radikal olarak değiştirecek.
KRİZ ULUSAL SAĞLIK KAPASİTELERİ ZAYIF ÜLKELERİ VURDU
Ulusal ekonomiler koronavirüs pandemisinden nasıl etkilendi? Ne gibi değişiklikler yaşanacağını öngörüyorsunuz?
Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler koronavirüs salgınından farklı farklı etkilendiler. Özellikle ulusal sağlık kapasiteleri zayıf olan ülkelerin karşılaştıkları sorunlar daha derin oldu. Koronavirüs salgınının neden olduğu can kayıplarının daha düşük olduğu Afrika kıtasındaki ülkeler ise ihraç ettikleri ürünlere yönelik talebin düşmesi yüzünden olumsuz etkilendiler. Özellikle Avrupa Birliği (AB) içindeki üye ülkeler salgınla mücadelede yalnız olduklarını çabuk kavradılar, “kendi göbeklerini kendileri kesmek” zorunda olduklarını gördüler. Mali yapı üzerinden geliştirilmesi mümkün olabilecek daha ileri iş birlikleri gerçekleşemedi. Olumsuz darbe yemiş ülkelerin ayağa kalkmasına yönelik girişimler kadük kaldı. AB salgın sonrası kendi dayanışma süreçlerini tekrar gözden geçirip, güncelleme zorunluluğuyla karşı karşıya kalıyor. Bütün bunların ötesinde ABD ve Çin arasındaki rekabetin önümüzdeki dönemde devam edeceği açık. Küresel ekonominin daralmasının tersine çevrildiği dönemde tek tek ülkeler kendi kapasitelerine, beşeri sermayelerine, eğitim seviyelerine ve yaratıcı ve girişimci ruhlarına koşut olarak geleceğin dünyasında yer alacaklar. Buna hazır olan ülkeler küresel hiyerarşi sıralaması içinde daha yukarılarda yer alacaklar.
Kriz nedeniyle en çok hangi sektörler zarar gördü?
Turizm, kargo, taşımacılık ve hizmet sektörleri ilk başta olumsuz etkilenen sektörler oldu. Bunlara ek olarak üretim bandında yaşanan daralma üzerine otomobil, tüketim malları üreten sektörler sırasıyla olumsuz etkilenen sektörler arasında yer aldı. Ulaştırma sistemlerindeki aksamalar nedeniyle e-ticaret ve diğer hizmet kesimleri de olumsuz etkilendiler.
Daha önce her ülkenin kendi ekonomik tedbirlerini almasının neo-liberalizmin yani serbest piyasa ekonomisinin inandırıcılığını kaybetmesine neden olduğunu söylemiştiniz. Neo-liberalizme karşı duyulan bu güven kaybı karşısında ne gibi değişiklikler olacak? Bu değişikliklerin Türkiye üzerindeki etkisi nasıl olacak?
Neo-liberal dönemin kazananı olan iktidar elitleri, salgın sonrası dönemde kazançlarını kaybetmemek için devletlerin kendilerini koruması yönünde girişimlerine devam edecekler. Alternatif dünya tasarımlarının olmaması neo-liberal modeli vazgeçilmez kılıyor. Öte yandan, servetin az sayıda insanın elinde toplanması, neo-liberal iddianın tersine olarak otoriterleşmenin ve demokratik süreçlerin devre dışı kalmasının önünü açıyor. İktisadi rekabetin ana alanı giderek daha çok dijital teknolojilere, 5G ağlarına, robotiklere ve çevre dostu yeşil üretime kayıyor. Türkiye bu açıdan bir anlamda şanslı. Bu daha çok savunma sanayisinde gerçekleştirilen dijital atılımdan kaynaklanıyor. Buradan yaşanabilecek taşma etkilerinin olumlu yansımaları er ya da geç ortaya çıkacak. Ayrıca bu konjonktürde, petrol fiyatlarının düşük seviyelere gerilemesi, Türkiye gibi kronik enerji bağımlısı olan bir ülkeye önemli açılımlar sağlaması için fırsat yaratıyor. Türkiye, içinde bulunduğu coğrafyada karşılaştığı meydan okumalara, savunma alanında yaptığı bu atılımlar sayesinde karşı koyabiliyor.
ÇİN’İN KÜRESEL POZİSYONU TEHDİT ALTINDA
ABD ile Çin arasındaki ekonomik rekabet, özellikle ticaret savaşlarının bir süredir gündemde olduğunu göz önünde bulundurarak, post-korona döneminin getirdiği şartları da düşündüğümüzde Çin’in küresel düzlemde yükselen güç olma konumu nasıl etkilenecek? Çin’in başlattığı Kuşak ve Yol İnisiyatifi gibi büyük ölçekli projelerin akıbeti ne olacak?
Çin konusuna temkinli yaklaşmakta fayda var. Çünkü Çin’in çok güçlü olduğu alanlar olduğu gibi o kadar güçlü olmadığı alanlar da var. Teknolojideki atılımları, 5G teknolojisi, ihracat fazlası vermeyi sağlayan üretim yapısı ve toplumsal dayanışma ağları, Çin’in güçlü olduğu alanlar. Ancak, Çin hâlâ gelişmekte olan bir ülke. Nüfusunun büyük bir bölümü hâlâ kırsal kesimde yaşıyor. Aynı zamanda hane halkı dünyadaki en borçlu ülke. Çin’in bir dünya düzeni kurmak için yeterli iktisadi güce sahip olmadığı, ticaret savaşı döneminde ortaya çıkmıştı. İktisadi kaldıraç olarak çok uzun dönem ucuz emek deposunu kullanan Çin’in, salgın döneminde, iktisadi altyapısının uzun süre kısıtlamalara dayanamayacağı belli oldu. Yüksek borç yükü, emek-yoğun tekniklerle sağladığı rekabet gücü ve ABD ile çekişmelerin, Çin’in küresel pozisyonunu tehdit eder hâle evrilme potansiyeli taşıdığı açık. Bu bağlamda düşündüğümüzde Kuşak ve Yol İnisiyatifi‘nin başka bir minval üzerinden devam etmesi söz konusu olabilir. Çinli liderler, yeni teknolojilerin kullanıldığı, rekabet için gerçek ücretlerin baskılandığı ve bu nedenle toplumsal huzursuzlukların çoğaldığı bir atmosferin tehdidini göz ardı edemez.
AB KENDİ VARLIĞINI SORGULUYOR
Avrupa Birliği (AB) bu kriz sırasında tam bir dayanışma sergileyemedi. Korona salgını sonrası AB’yi neler bekliyor?
AB, salgına zaten çok zor bir durumdayken yakalandı. Artan göçmen nüfusa karşı yükselen ırkçılık, özelleştirmeler, artan işsizlik, neo-liberal tasarruf tedbirleri ve sonu gelmez sokak gösterileri, AB’nin başlangıçta kabul ettiği refahın paylaşılması ve yaygınlaştırılması amaçlı modelini rafa kaldırmıştı. Öncelikle İngiltere’nin Avrupa Birliğinden ayrılması, Fransa’daki sarı yelekliler diye bilinen gösteriler, AB bayrağının İtalya’da, Fransa’da yakılması, salgın sonrası Almanya ile Fransa arasında sınırların kapatılması ve korona pandemisi sırasında İtalya ve İspanya’da yaşananlara AB’nin seyirci kalması gibi olaylar AB’nin yönelimlerinin sorgulanmasını derinleştirdi. Salgının İtalya ve İspanya’da hızlı yayılması, AB üyesi ülkelerin salgınla mücadelede kendi ulus-devlet kapasitelerine güvenmeleri gerekliliğini getirdi. Özellikle sağlık ve eğitim gibi kamu hizmetlerinde toplumsal güvenlik ağlarının ortadan kaldırılmasıyla başlayan gelişmeler AB’nin var olan kurgusunun salgın sonrasında devam edemeyeceğini ortaya çıkardı. Türkiye, Rusya ve Çin gibi AB üyesi olmayan ülkelerden gelen tıbbî yardımlar ise başta Sırbistan olmak üzere İtalya ve İspanya’da, AB imajının, ortak kimlik, ortak geçmiş, ortak refah gibi alanların sorgulanmasına neden oldu. AB dışı yardımlar aynı zamanda bir kriz karşısında yeterli kalmayan Avrupalılık kibrinin zedelenmesini getirdi.
ABD KÜRESEL JEOPOLİTİKADA ÖNEMİNİ YİTİRMEYECEK
Pandemiden sonra ABD’nin küresel düzeyde büyük güç rolünü kaybedebileceğine dair yorumlar yapılıyor. Sizce post-korona döneminde ABD’nin küresel düzlemde durumu ne olacak?
ABD Başkanı Donald Trump’ın idaresi salgında ciddi darbe yedi. Salgına karşı idarenin aldığı iktisadi önlemler, para politikası araçlarının etkin kullanımıyla nakit genişlemesinin sağlanması şeklinde oldu. Küresel daralma ve salgının yayılma hızı, Başkan Trump idaresinin kendi siyasi gündemini uygulamaya koymasını bir yerde kolaylaştırdı. Göçmenlere yönelik kısıtlayıcı politikalar, uçuşların iptal edilmesiyle uygulandı. ABD, Merkez Bankası (FED) öncülüğünde, finansal piyasalar üzerinden bir iktisadi mücadele sürdürdü. Aynı zamanda işsizlik süratle arttı, 30 milyonu geçti. ABD, KOVİD-19 ile mücadeleye gayrisafi millî hasılasının (GSMH) % 10’unu ayırdı. Çin’in aksine Amerikan ekonomisi ve sağlık yapısının tam bir karantina modeline izin vermeyeceği, bu yüzden can kayıplarının yüksek olabileceği ortaya çıkmıştı. Kısıtlamaların kaldırılmasıyla ölü sayısının yüz bine çıkabileceği Başkan Trump tarafından dillendirildi. ABD, Çin ile ilişkilerini gerginleştirmeye, Çin’i salgından sorumlu tutarak karşılaştığı iktisadi kayıpları Çin’e ödetmek için girişimlerde bulunacağını ifade etmeye başladı. ABD, KOVİD-19 sonrasında, tıpkı İkinci Dünya Savaşı sonrasında olduğu gibi daha da güçlenerek çıkma planları peşinde. Bunu üretimde para genişlemesi sayesinde elde edeceği atıl sermaye fazlasının kârlı alanlara yatırımının sağlanması sayesinde başaracağını hesaplıyor. ABD bu yüzden pandemi sonrası küresel jeopolitik çekişmelerin aktif bir katılımcısı olacak.
ÇATIŞMALAR AZALACAK, YENİ İTTİFAK ARAYIŞLARINA GİRİLECEK
Bu dönemde petrol fiyatları oldukça düştü. Bu, başta Ortadoğu’daki çatışma bölgeleri olmak üzere uluslararası denklemleri nasıl etkileyecek? Petrolde izlenen fiyat politikalarının ittifaklar üzerinde nasıl bir etkisi olacak?
Ham madde ve petrol fiyatlarının düşüşü, İran ve Venezuela gibi petrol üreticisi ülkeleri olumsuz etkiliyor. Bu ülkelerin ekonomileri uluslararası yaptırımlarla zaten darbe almış durumdaydı. Bir yandan da, petrol fiyatlarında gerçekleşen düşüş, kriz bölgelerindeki çatışmaları azalttı. Bunlar şimdi düşük yoğunlukta devam ediyor. Örneğin Yemen’de geçici de olsa ateşkes kararı alındı. Yemen’den Doğu Akdeniz’e kadar olan bölgede çatışmaların tarafı olan petrol zengini ülkelerin etkinliği azalıyor. Ama bu ülkeler henüz devre dışı kalmış değil. Libya’daki çatışma örneğinde olduğu gibi Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Suudi Arabistan destekli isyancılar daha da hırçınlaşabiliyorlar. Rusya ve Suudi Arabistan arasındaki fiyat rekabeti petrol gelirlerini ciddi şekilde azalttı. Diğer yandan dünyanın en büyük petrol ve kaya gazı üreticisi durumuna yükselmiş ABD, düşen fiyatlar nedeniyle üretimini durdurma yoluna gitti. Zaten son derece borçlu olan petrol üreticisi şirketler ardı ardına iflas etmeye başladılar.
Suriye, Libya ve Yemen gibi çatışma bölgelerinde oluşmuş koalisyonların çözülme dinamikleri de tetiklenmiş durumda. Bu çerçevede, yeni ittifak arayışlarının başlamasına şahit olabiliriz. İsrail’in, Mısır-Suudi Arabistan ekseninde kurduğu ittifak çözülme potansiyeline sahip. Bizim açımızdan ise Mavi Vatan hudutlarının savunulması ve deniz yetki alanı sınırlarının korunması önemli. Postkorona dönemde dünya, fosil temelli enerji yerine yenilenebilir enerji kullanımına yönelecek. En azından bu süreç ciddi ekonomik getiri kapsamına girecek. Petrol firmalarının tedricen devre dışında bırakılacağı, petrol temelli medeniyetle ilgili şüphelerin arttığı bir dönemde maliyet-getiri hesabı üzerine kurulmuş ittifakların sürdürülemez olduğu ortaya çıktı.
TÜRKİYE’NİN KOZLARI SINIRÖTESİ OPERASYONLAR İLE KUVVETLENİYOR
Yakın geçmişimize bakarak Türkiye’nin yaptığı dış politika hamlelerinin isabetli olduğu söylenebilir. Katar krizindeki, Kudüs’ün ABD tarafından İsrail’in başkenti olarak kabul edileceğinin açıklanması sonrasındaki diplomatik girişimler, Kızıldeniz’in Hint Okyanusu girişini kontrol eden Somali ve Cibuti politikası ve Mavi Vatan haritasıyla münhasır ekonomik bölgenin belirlenmesi, Türkiye’nin elini güçlendiren girişimler olarak artı hanesine yazıldı. Ayrıca, sadece ülke dış güvenliğini değil ama terör eylemlerini yurtdışında tutarak iç güvenliği de sağlayan Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı, Barış Pınarı harekâtları ve Pençe operasyonları gibi sert gücün etkin şekilde devreye sokulduğu operasyonlar, Türkiye’nin salgın sonrası bölgesel ve küresel ittifaklar yapbozunda alacağı pragmatik pozisyonlar için kozlarını güçlendirdi. Özellikle Barış Kalkanı Harekâtında kullanılan insansız hava araçlarının ve dijital teknolojilerin yerli ve milli üretimi, savunma amacının ötesinde Türkiye’de yaratıcılığın teşviki sonuçlarıyla da olumlu dış kaldıraç oluşturulmasına yarayan gelişmelerdir.
Leave a Comment