Analiz

COVID-19 Kadar Tehlikeli Bir Salgın: Bilgi Kirliliği

Covid-19 Sürecinde Bilgi Kirliliği

COVID-19 Kadar Tehlikeli Bir Salgın: Bilgi Kirliliği

Yazar: Furkan Koca

Dünya bugüne kadar veba salgınları, İspanyol gribi, Ebola gibi birçok farklı salgın hastalıkla karşı karşıya geldi ve insanlar yaşanan her salgında birbirlerinden izole olmak durumunda kaldılar. Fakat içinde bulunduğumuz bu dönemde COVID-19’un neden olduğu izolasyonun diğerlerinden farklı olduğunu söyleyebiliriz.  Çünkü belki de ilk defa böyle bir salgın dünyanın bütün ülkelerindeki insanların aynı anda aynı hastalık tehlikesine maruz kalmasına sebep oluyor ve buna bağlı gelişen ani sosyal izolasyon insanlarda korku, tedirginlik, güvensizlik ve daha birçok farklı psikolojik soruna yol açıyor.

Yani COVID-19, bireyleri kendileri ve yakınlarının sağlığı konusunda güvensiz hissettiriyor. Yaşanılan bu psikolojik problemlerin sebeplerinin başında ise “doğru bilgi alamamak” veya “yanlış bilgilendirilmek”  geliyor.

Her salgın kendi bilgi kirliliği salgınını yaratır

İçinde bulunduğumuz süreçte COVID-19 ile ilgili her gün binlerce haber ve bilgi yayılıyor. Peki bu haberlerin ne kadarı doğru? Ne kadarı bilimsel gerçeklere dayanıyor? Aslında görüyoruz ki tarihte yaşanan her salgın kendi bilgi kirliliği salgınını da beraberinde getirmiş.

Ortaya çıktığı dönemde Avrupa nüfusunun %30 ila %50’sinin ölümüne [1] sebep olan kara veba ile şu an karşı karşıya bulunduğumuz salgını karşılaştırdığımızda birçok benzerlik görüyoruz aslında. İki salgın arasındaki en önemli benzerliklerden birisi halkın bu hastalıklara tepki verme şekliydi. 14. yüzyıldaki “Kara Ölüm” sırasında, Yahudi topluluklarındaki ölüm sayısı Hıristiyan komşularındakilerden daha az gibi görünüyordu. Birçok kişi bunu Yahudilerin kuyuları, nehirleri ve yayları zehirleyerek kasıtlı olarak hastalığı yaydığına dair kanıt olarak görmeye başladı. Sonuç olarak, Avrupa’daki Yahudiler birçok işkencelere maruz kaldı ve öldürüldü. [2] Bugün ise benzer şekilde dünyadaki Asyalılar ırkçı ve yabancı düşmanlığı saldırılarının hedefi haline geldi. Ülkelerin yerel medyalarında ve uluslararası medya kanallarında çıkan yanlış haberler, insanlar arasında bilgi kirliliği oluşturarak nefret duygusuna bağlı davranışlar oluşturmaya başladı. Bunun yanında sürekli olarak virüsün laboratuvar ortamında oluşturulmuş olabileceği haberleri dünyayı çalkaladı, komplo teorileri ardı ardına gelmeye başladı.

Fakat gerçek bilimsel verilerin ışığında, veba virüsünün insan eliyle oluşturulup yayılmadığını,  pestis bakterisini taşıyan pirelerden insanlara bulaştığını ve hastalığın solunum sistemine ulaştığında, öksürme veya hapşırma yoluyla kişiden kişiye geçebildiğini biliyoruz. [3]

Halk veba salgınına o kadar korunmasız ve savunmasızdı ki yapabilecekleri tek şey enfekte olmuş hastalardan kaçınmaktı. Fakat dijital kanallarla iletişim imkânının olmadığı o günlerde “bilgi kirliliği”, tedbirlerin ve tedavilerin önünde çok büyük engel teşkil ediyordu.

Ne yazık ki bugün, yüzlerce yıl sonra aynı hataları tekrar yapmaya devam ediyoruz. İnsanlar hâlihazırda korku ve anksiyete ile boğuşurken yanlış bilgiler toplumda virüs kadar hızlı yayılıyor. Haberlere şöyle bir göz attığımızda bu hastalığın kökenlerinin yakın zamanda Çin hükümeti tarafından yaratılan bir biyolojik-silah sızıntısı olabileceğini, virüs ve 5G ağları arasında bağlantılar olabileceği, özellikle Türkiye’de rakamların saklandığı yönünde kanıta ve bilimsel verilere dayanmayan gerçek dışı haberleri görmek hiç de zor değil.

Bundan 50 yıl öncesine döndüğümüzde ise farklı bir salgın hastalık karşımıza çıkıyor; AIDS. O dönemde diğer bütün salgınlarda olduğu gibi HIV virüsünün bir devlet laboratuvarı tarafından yaratıldığından ve HIV testlerinin güvenilir olmadığı şeklinde birçok iddia ortaya atıldı. [4]

1983 – 1985 yılları arasında eski Sovyetler Birliği’nin KGB’si, Sovyetler Birliği’nin Afganistan’da ve Güney Asya’daki kimyasal silah kullanımının üzerini örtmek için HIV / AIDS’i  bir Amerikan biyo-silahı olarak tasvir eden için bir kampanya yürütmüştü.  [5]

Bu iddialar insanlarda riskli davranışları artırdı ve krizi şiddetlendirdi. Tıpkı bugün olduğu gibi.

Konuyu olumlu yönden ele alacak olursak, tarih her zaman olduğu gibi tekerrür etmeye devam ediyor. Geçmiş dönemlerdeki salgınlarda ortaya atılan komplo teorileri ile bugünküler neredeyse birbirinin aynısı. Geçmişe dönüp baktığımızda devletlerin birbirlerini suçlamalarını, yürütülen bilgi kirliliği kampanyalarını elimizdeki dijital imkanlarla dakikalar içinde analiz ve kontrol edebiliyoruz. Bu da bizde bugün yaratılan bilgi kirliliğine karşı bağışıklık oluşturuyor.

COVID-19 süresince bilgi kirliliği nasıl bir hal aldı?

Bugün çeşitli medya kanallarına baktığımızda aklın ve mantığın alamayacağı fakat insanların inandığı haberlere maruz kalıyoruz. Havalar ısındığında virüsün kaybolacağı gibi bilgiler insanları tedbirler konusunda yanlış yönlendirirken virüsün temizleneceğine inanarak alkol ve dezenfektan etkili maddeler içip hayatlarını kaybeden insanlar görmekteyiz. Durumu daha kötü yapan bir gerçek var; bu iddialar bir noktadan sonra söylene söylene insanlar arasında gerçek olarak kabul edilmeye başlanıyor. YouGov ve Ekonomist tarafından Mart 2020’de yapılan bir ankette, Amerikalıların% 13’ü Covid-19 krizinin bir aldatmaca olduğuna, yüzde 49’u da salgının insan yapımı olabileceğine inanıyor. [6]

Bu iddiaların arkasında dünya çapında eğitim almış kişiler ve hatta Nobel ödüllü bilim insanları dahi olabiliyor. [7]

Politik çıkarlar göz önünde bulundurulduğunda dünya liderleri dahi salgın hakkında yalan yanlış bilgiler vermekten geri durmuyorlar.

Her gün maruz kaldığımız bu bilgi bombardımanında bilgi kirliliği ile karşılaşmamız ise kaçınılmaz olabiliyor. Örneğin Avustralya Ulusal Üniversitesi tarafından yapılan bir araştırma bir ifadenin yanı sıra bir basit bir görüntünün varlığının bile bir iddianın doğruluğuna olan güvenimizi artırdığını gösteriyor. [8]

Bu söylentileri kimler başlatıyor ve kimler yayıyor?

Sosyal medya mecralarında, kullanıcı davranışlarını incelediğimiz zaman genç yaş grubundaki kullanıcılarla diğer yaş grubundaki kullanıcıların davranış şekilleri birbirinden çok farklı. Sosyal medyayı geniş takipçi sayısına ulaşmak için değişik şekillerde kullanan bu yaş grubundaki insanlar, bu gibi afet ve salgın durumlarını bile etkileşim malzemesi haline getirebiliyorlar. Zira bunun örneklerini ülkemizde 65 yaş üstü vatandaşlara sokağa çıkma yasağı geldiğinde yapılan paylaşımlarda gördük. Etkileşim bağımlılığı adına başlatılan ve yayılan bu haberler bu jargonu bilmeyen kullanıcılar tarafından ciddiye alınabiliyor.

Diğer bir yanlış bilgi kaynağı ise yukarıda da bahsettiğim gibi politikacılar. Sadece ABD Başkanı’nın iddiaları ve açıklamaları üzerine sayfalarca makaleler, haberler, çürütmeler yapılmış durumda.

Yine özellikle sosyal medyada yayılan ve bizi yanlış şekilde yönlendirebilen kişiler; sağlık çalışanları. İşin içinde olan insanlar kimi durumlarda halkı çok yanlış bilgilendirebiliyor. Salgının ilk günlerinde Türkiye’de daha vaka bile açıklanmamışken hastanelerde yüzlerce hatta binlerce ölü olduğunu söyleyen doktorlar, gidişatımızın çok kötü olduğu yönünde motivasyon düşürücü açıklamalar toplum olarak hepimizi ümitsizliğe sürükledi. Sağlık Bakanlığı’nın başarıyla ve titizlikle yürüttüğü çalışmalarla içimizde oluşan güven, sosyal medyada sahte doktor hesaplarıyla bir anda bozulabiliyor. Bunun en önemli örneklerinden birisi ise ilaç ve aşı çalışmaları hakkında yapılan çalışmalar için sosyal medyadan yapılan paylaşımlar. Burada göz ardı edemeyeceğimiz bir gerçek var, sağlık alanında bilgisi olmayan insanların çoğu işin içinde olan insanların yaptıkları paylaşımları anlamıyorlar. Basit ve net ifadeler duymak istiyorlar ve yapılan bu paylaşımları anlamasalar bile olumlu ya da olumsuz yorumlayarak bir düşünceye varıyorlar. Herkesin duymak istediği cümle; ”evet COVID-19 aşısını bulduk, 3 ay içerisinde kullanıma başlıyoruz. “ İçinde bulunduğumuz ümitsizlik ortamı duyduğumuz her haberi bu şekilde yorumlamamıza neden oluyor.

Bu süreçte aklı selim bilim insanları sosyal medya mecralarının bilimsel bir platform olmadığı konusunda fikir birliğine vararak çeşitli mesajlar veriyorlar. Buna göre sosyal medya mecralarında konunun uzmanı olan kişiler, insanlara çok basit ve net bilgiler vererek yanlış yönlendirmelerden kaçınmalı. Bilim insanlarının bilimsel çalışmaları paylaşıp tartışacağı platformalar sosyal medya mecraları değil akademik ve bilimsel platformlar olmalı.

Bu dönemde Türkiye’de yetkili merciiler tarafından halkı doğru bilgilendirmek adına çok başarılı çalışmalar da yapılıyor. Koronavirüs bilim kurulu üyeleri yazılı ve görsel medyada neredeyse her gün bilgilendirme çalışması yaparak sahte haberleri elememize imkân tanıyorlar. Bununla beraber Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı da sosyal medya üzerinden hazırladığı içerikler ile insanları yanlış yönlendirebilecek haberler konusunda çok başarılı çalışmalar yapıyor.

Düşünmeden önce paylaşma

Bu zamana kadar doğru olmayan bilgilerin yayılımı kasıtlı veya kasıtsız olarak belirli kesimler tarafından yapılıyordu, ancak bugün içinde bulunduğumuz durumda doğru olmayan bilgilere inanma eğilimimiz daha fazla olabiliyor. Yapılan araştırmalar sonucunda elde edilen birtakım bulgular birçok insanın doğruluğunu düşünmeden sosyal medyada gördüğü içerikleri refleks olarak çevresiyle paylaştığını göstermektedir.

Kanada, Regina Üniversitesi’nde yapılan bir çalışmada katılımcılara doğru ve yanlış bilgiler karışık olarak veriliyor ve kendilerinden bu haberleri ayıklamaları isteniyor ve sonuç olarak katılımcıların her dört sahte haberden birinin doğru olduğu yönünde görüş belirtiyorlar. [9]

Bu haberleri paylaşıp paylaşmayacakları sorulduğunda ise, yaklaşık% 35’i sahte haberleri ileteceklerini söylüyor.

Yapılan bu çalışma gösteriyor ki beynimiz özellikle böyle olağandışı durumlarda doğru olmayan bilgilere inanmaya daha eğilimli. Medya kanallarında görülen veya duyulan haberlerin paylaşılmadan önce doğruluğunu teyit etmek daha da önemli hale gelmiş durumda.

Burada dikkat etmemiz gereken en önemli konu bilginin kaynağı. Kaynak bir komşumuzun doktor arkadaşı veya bir akrabamız olduğunda bu bilgiyi etraflıca düşünüp analiz etmemiz, konuyla ilgili araştırmalar yapmamız gerekiyor. Bunun yanında dijital ortamlarda karşımıza çıkan bilgilerin kaynağı da oldukça önemli. Biz sizler için en güvenilir içerik kaynaklarını ve kurumların listesini hazırladık;

Open Access Articles and Resource Hubs

Önemli Kuruluşlar

Bu kaynaklardan konuyla ilgili en güncel ve doğru bilgilere rahatça ulaşabilirsiniz.

Liderler bilgi kirliliği ile nasıl savaşabilir?

Bu gibi kriz durumlarında, liderlerin ve kanaat önderlerinin üstlenmesi gereken en önemli görev bilimsel verileri göz önünde bulundurarak içinde bulunulan duruma karşı gerekli önemlerin alındığı konusunda halkı bilgilendirmek ve en doğru bilgileri kamuoyu ile paylaşmaktır. Profesyonellik, detaylara önem verme ve sakin bir yaklaşım tam da böyle bir krizde ihtiyacınız olan şeydir. Zira bir yetkilinin yanlış bir ifadesi hatta kullandığı bir kelime, toplumda infial yaratabiliyor. Konuyu daha da somutlaştırmak adına bir iyi bir de kötü örnekten bahsedeceğim. Kendisi de bir bilim insanı olan Almanya Başbakanı Angela Merkel, salgın sürecinin başında yaptığı rasyonel açıklamalarla ne ile karşı karşıya olduklarını, virüsün yayılımının nasıl geliştiğini ve nasıl durdurabildiğini ve diğer önemli hususları vatandaşlar ile paylaşarak yanlış yönlendirme yapmak noktasında oldukça dikkatli davranmıştı.

Fakat bugün ABD Başkanı’nın sürecin başından beri yaptığı açıklamalara bakınca aynı hassasiyeti göremiyoruz. Brezilya Devlet Başkanı da virüsü ciddiye almayan tavırları ile buna bir örnek. Bunun yanında vaka ve ölüm sayısında Avrupa’da zirvede olan ülkelerden İngiltere’nin Başbakanı Boris Johnson, sürü bağışıklığı tezini ortaya atarak bilim insanlarının hiç de önermediği bir yola gitmeyi tercih etmişti. Zira bugün görüyoruz ki bu tercihin sonuçları hiç de olumlu yönde olmadı.

Sonuç: Geçmişten alacağımız dersler

Sonuç olarak, önüne geçemediğimiz bilgi kirliliği tarihte her dönemde var oldu ve olmaya devam edecek. Öncelikle bu gerçekle yaşamayı öğrenmemiz gerekiyor. Bizler TABİP ekibi olarak yaratılan bu bilgi kirliliği ile savaşmak adına en doğru ve güvenilir haber kaynaklarını okuyucularımız için 7 /24 tarayarak en güncel haber ve makaleleri sitemizde paylaşıyoruz.

Doğru bilginin en değerli hazine olduğu bu günlerde, doğru bilgiye ulaşabilmek için doğru kaynakların kullanılması gerekiyor. Bu uyarıları dikkate almadığımız ve çevremizi uyarmadığımız takdirde biz de çevremizde dezenfektan içen insanlarla karşılaşabiliriz.

Salgın hastalık öyküsü bize bir şey öğrettiyse, hastalığı ahlaki bir çerçevede yorumlama arzusuna direnmeliyiz. İçgüdüsel olarak bir şeyleri günah keçisi olarak görme arzusu, kaçınılmaz olarak virüsün kendisinden daha güçlü bir yanlış bilgi salgını yaratır. Koronavirüs yayılmaya devam ettikçe, geçmişten alınan dersler bugün aynı hataları yapmamak adına önümüzde rehber olarak duracaktır.

Leave a Comment